Endüstri 4.0, sanayiciler ve üretim mühendisleri için son yılların önemli “sıcak” kelimelerinden bir tanesi. Bu yeni sanayi anlayışının devrimsel bir niteliğe sahip olduğunu söyleyenler kadar, biraz fazla büyütüldüğünü ve devrimsel olmasa da, evrimsel bir süreç olarak ele alınabileceğini iddia edenler de var. Fakat bakış açınız her ne olursa olsun, Endüstri 4.0’ın gerçekliğini ve yaratacağı dönüşümün büyüklüğünü inkar edebilmeniz mümkün değil.

Endüstri 4.0 devrimsel bir süreç çünkü…

Öncelikle Endüstri 4.0’ı bir devrim olarak ele alanların perspektifinden bakarak başlayalım. Bu bakış açısı, üretimde kullanılan teknolojileri temel alıyor: Biliyorsunuz, sanayi devriminde her şey buhar makinesinin icadıyla başlıyor. Bu makine sayesinde daha önce elle yapılan birçok iş, mekanik bir şekilde yapılabilir duruma geliyor (Endüstri 1.0). Ardından üretim sistemlerinde elektriğin kullanılmaya başlandığını, montaj hattı düşüncesinin ve seri üretimin ortaya çıktığını görüyoruz (Endüstri 2.0). Devamında gelen süreçte üretim sistemleri bilgisayarlar ve mikroişlemciler ile kontrol ediliyor ve otomasyon düşüncesi yeşeriyor (Endüstri 3.0). Bu süreçte montaj hattında çalışan insanların yavaş yavaş makinelerle ve robotlarla yer değiştirmeye başladığını görüyoruz.

Bugün ise Endüstri 4.0 ile karşı karşıyayız. Artık işi yapan makinelerin ve robotların makine öğrenimi ile donanmış bilgisayarla birlikte çalıştığı ve insanların üretim sürecine minimum düzeyde müdahalesinin gerekeceği bir döneme giriyoruz.

Endüstri 4.0 evrimsel bir süreç çünkü…

Bir de konuya diğer taraftan bakalım. Bu bakış açısına göre endüstri devriminin en önemli tarafı, ürünlerin montajlanarak üretilmesine olanak sağlayan standart ve değiştirilebilir parçalar düşüncesi. Biliyorsunuz, bugün hayatımızda olan birçok ürün, ister otomobiller olsun, cep telefonları ya da bilgisayarlar, standart ve değiştirilebilir parçalar kullanılarak, bu parçaların birleştirilmesiyle üretiliyor. Bu açıdan baktığımızda, seri üretim düşüncesini mümkün kılan ve üretim hızında patlama yaratan esas devrimsel faktörün, bu standartlaştırma düşüncesi olduğunu görebiliyoruz.

Standartlaştırma, gerçekten de endüstri devriminin temelinde yatan en önemli düşüncelerden bir tanesi. Sanayi anlayışı sadece üretimde kullandığı parçaların değil, makinelerin, üretim alanlarının, departmanların ve hatta mesleklerin bile standartlaşmasını talep ediyor. O yüzden sanayide gördüğümüz üretim süreci anlayışının, endüstri devriminin bir ürünü olan eğitim sisteminde de yansımaları olduğunu görebiliyoruz.

Endüstri devriminin bu 4 aşamasına bu açıdan baktığınız zaman, yani esas devrimsel niteliğe sahip olan düşüncenin standart ve değiştirilebilir parçalar olduğunu kabul ettiğiniz zaman, o zaman bazı insanların bu süreçleri neden devrimsel değil, evrimsel süreçler olarak nitelendirdiklerini görebiliyorsunuz. Çünkü değişen şey aslında sadece yaklaşım, temeldeki düşünce aynı.

Tıpkı tarım devriminde olduğu gibi: İnsanlar eskinden toprağı ekilebilir hale getirmek için elleriyle, odun parçaları kullanarak deşiyorlarmış. Ardından bu iş için sabanlar yapıp hayvanlara bağlamışlar, sonrasında ise traktör kullanmaya başlamışlar. Fakat bu süreçleri birinci, ikinci, üçüncü tarım devrimleri diye adlandırmıyoruz. Yaklaşımların ve kullanılan teknolojilerin değişmesi, kök düşünce değişmediği sürece devrimsel bir değişim gerçekleştiği anlamına gelmiyor.

Endüstri 4.0 Almanya tarafından hayata geçirilen stratejik bir inisiyatif

Siz bu sürece ister devrimsel diyerek bakın, ister evrimsel, Endüstri 4.0’ın önemli etkilere neden olacağını göz ardı edebilmeniz zor. Belki biliyorsunuzdur: Endüstri 4.0 ifadesi, ilk olarak Almanlar tarafından Hannover 2011 fuarında kullanılıyor. Amacı ise, başta Çin olmak üzere diğer Uzak Doğu ülkelerinin ucuz işçilik sayesinde elde ettikleri rekabet üstünlüğünün önüne geçebilmek.

Bakın bu strateji, Alman Ekonomik Kalkınma Ajansı’nın (GTAI) yayımlamış olduğu Industrie 4.0 – Smart Manufacturing for the Future başlıklı raporda nasıl sözcüklere dökülüyor:

Endüstri 4.0, üretim mühendisliğinde devrim yaratan endüstriyel bilgi teknolojileri alanında Almanya’nın öncü bir rol almasını sağlamak amacıyla hayata geçirilen stratejik bir inisiyatiftir. Endüstri 4.0 stratejisi sayesinde Almanya, küresel rekabet gücüne sahip, yüksek ücretli bir ekonomi olarak kalmaya devam edecektir.

– Prof. Henning Kagermann

Yani bir anlamda Endüstri 4.0’a, Uzak Doğu’nun ucuz işçilik sayesinde elde ettiği rekabet üstünlüğüne bir cevap olarak, Batı dünyasının işçileri tümden ortadan kaldırması şeklinde de bakabiliriz.

Endüstri 4.0’ın Türkiye’ye muhtemel etkileri

Bu noktada, Endüstri 4.0 düşüncesinin Türkiye açısından bazı riskler taşıdığını söylemek lazım. Endüstri 4.0, nüfusu gittikçe yaşlanmakta olan Batı ülkeleri ya da Japonya gibi gelişmiş ülkeler için biçilmiş bir kaftan: Çünkü fabrikalarda çalıştıracak genç nüfusları azalıyor. Ayrıca bu gelişmiş ülkelerin sahip olduğu eğitimli, genç nüfus, fabrikalarda çalışma düşüncesine de çok sıcak bakmıyor. O nedenle fabrikalardan işçileri çıkarma düşüncesi, Batı ülkelerinin hem kendi nüfus dağılımlarına uyuyor, hem de bu ülkeleri fabrikalarında çalışacak göçmenlere bağımlı kalmaktan kurtarmış oluyor.

Türkiye’nin durumu ise farklı: Oldukça genç bir nüfusa sahibiz. Türkiye’deki sanayi kuruluşlarının Endüstri 4.0 anlayışını hızlı bir şekilde benimsemeleri durumunda, genç nüfusumuz ciddi bir işsizlikle yüzleşmek durumunda kalabilir.

Mesele sadece Endüstri 4.0’ü benimsemiş fabrikalara sahip olmak değil

Bu yeni döneme girerken, uygulanması gereken doğru stratejileri anlamak için, konuya farklı bir açıdan daha bakalım. Endüstri 4.0’ın gelişmiş ülkeler açısından cazip olmasının bir nedeni daha var. Belki duymuşsunuzdur: Kaliforniya’daki altına hücum döneminde, esas parayı altın arayanların değil, altın arayanlara kürek satanların kazandığı söylenir. Üretim sektöründe önümüzdeki yıllarda Endüstri 4.0’a doğru bir hücum olacağına göre, hücum eden ülkelere ihtiyacı olan kürekleri, yani robotları, bilgisayar sistemlerini ve yazılımları satacak olan ülkelerin, bu işten iki kere karlı çıkacaklarını açık bir şekilde görebiliriz.

O nedenle bu yeni dönemde artık yazılım konusuna hakim, akıllı sistemler tasarlayabilen, robotlarla sadece çalışabilen değil, aynı zamanda üretebilen mühendisler yetiştirmek büyük önem kazanıyor. Türkiye’nin bu yarışta geri kalmamak için acilen kendini bu kürekleri üretip satabilen bir ülke konumuna getirmesi gerekiyor.

Tabii yazması kolay ama keşke yapması da bu kadar kolay olsa. Bu işin mutlaka planlı, programlı bir şekilde, kapsamlı devlet teşvikleriyle ele alınması, eğitimin bu düşünce çerçevesinde yeniden şekillendirilmesi gerekiyor. 2014-2018 yılları arasını kapsayan 10. Kalkınma Planına baktığımızda bu konunun yeterince öne çıkarılmadığını görüyoruz. Fakat Türkiye’nin bu konuya acilen el atması ve eğitimin bilim, teknoloji, mühendislik ve matematiğin (STEM) öne çıkarıldığı bir anlayışla düzenlenmesi gerekiyor.

Sonuç

Dünya dijitalleşirken, bu teknolojileri üretmek yerine dışarıdan alan ve dolayısıyla dışarıya bağımlı kalan ülkelerin, dijital dünyayı tasarlayan ve yaratan ülkelerin bir anlamda sömürgesi haline geleceği oldukça açık. O nedenle mesele sadece fabrikaların bu yeni anlayışı benimsemesi ve Endüstri 4.0 anlayışına uygun hale getirilmesi değil. Mutlaka eğitimde de gerekli düzenlemelerin yapılması ve Türkiye’nin bu alanda teknoloji üretebilen firmalara sahip olabilmesi lazım.

Kolay değil, evet. Hatta geç bile kalındı, doğru. Ama başka bir çare varmış gibi de görünmüyor.

Kaynaklar

  1. Industrie 4.0 – Smart manufacturing for the future. Germany Trade & Invest (GTAI.de) [Link].
  2. Endüstri 4.0: Mahfi Eğilmez blog yazısı [Link].
  3. What everyone must know about Industry 4.0. Bernard Marr, Forbes (2016) [Link].

Yazan: Dr. Arda Çetin. (Dökümhane Akademi ekibi hakkında ayrıntılı bilgi için bu bağlantıyı takip edebilirsiniz.)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir