Rönesans ile başlayıp birinci sanayi devrimi ile devam eden gelişmeler aristoteles geleneğinin oluşturduğu epistemolojik yaklaşımın yerine; hesaplanabilir, ölçülebilir ve nesnelleştirilebilir bir modern düşünce anlayışı getirmiştir. Tüm bu paradigmalar matematik ve deneysel bilimin kazandırdıkları çerçevesinde şekillenmiştir. Bu anlayış, mükemmel olan insan zihninin ürettiği matematiksel kuramlar ile var olan fiziksel yapı arasında bir bitişikliği açıklamaktadır. O halde insan zihni var olanın yapısını rahatlıkla çözebilecek, onu yeniden inşa edecek ve yönetecek yetkinliğe sahiptir. Dolayısıyla gelişim artık somut ve hissedilebilir olduğu pozitivizm üzerinden ilerleyecek ve her türlü sosyal olgu, istatistiki veriler üzerinden anlaşılır olacaktır.

Tüm bu gelişmeler neticesinde alınan sonuçlar hayatı kolaylaştırması adına birçok fırsatın oluşmasını sağlamıştır ancak eskinin mitlerine dair toplumda bir ön yargının da oluşumuna sebep olmuştur. Nasıldan daha çok nedeni araştıran bir doğa felsefesinin çözümlediği bu eski dünyanın tüm prosesleri, günümüz proseslerinin gelişimine katkıda bulunsa dahi kenarda bırakılmaya muktedir olmuştur. Eskinin bu insanları, uyguladıkları tüm proseslere salt ampirik bir bağlam katmadan doğa ile iç içe geçerek ve doğanın mucizelerini sonuna kadar hissettikleri için yapmışlardır. Nitekim günümüzde bu mantık çerçevesinde “biyomimikri” disiplini ile sürdürülebilir bir toplum inşa edilmeye çalışılmaktadır.   Ancak modern dünyanın bu yaklaşımı, eskinin bu yaklaşımlarını ret etmese de yok saymayı tercih etmiştir.

Modern dünyanın bilimsel bakış açısının fethetme ve dönüştürme mantığıyla çabaladığı ortamda; daimi gelişimin hakikate ulaştıracağı fikri belirginleşmiştir. Gelgelelim şarkiyatçılar ve etnologların çalışmaları göstermektedir ki eskilerin bu çalışmaları hiçbir bilimsel iddiaları, endüstriyel üretim bakımından hiçbir hazırlıkları olmamalarına karşın son derece geçerli metafizik, manevi hatta ekonomik dizgeler oluşturmuştur.[3] Oluşturulan bu bilimsel miras günümüz ölçme yöntemlerinden ve makinelerinden uzak olsa dahi modern bilimin oluşumuna katkıda bulunmuştur. Modern dünya ile arkaik kültürler arasındaki farkların görünür yüzlerinden biri de dökümcülüktür. Dökümcülük ile insanoğlu, hayatına giren metallerin gündelik hayatta kullanmasıyla kendini tamamlar ve engelleri aşar. Yalnız iş bununla sınırlı değildir. Ateşi, demiri, dökümcülüğü keşfeden insanoğlu çağlara adını verecek bu metallere sadece hayat standartlarını kolaylaştırması babında bakmamıştır. Kendisine verilen bu nimete saygı duymuş ve tüm işlemlerini kutsal saymıştır. Dökümcülüğü sadece küresel meta zincirinin belirlediği trendlerin bir istatistiki verisi gibi görüp arkasında yazan tarihi görmemek, aynı zamanda günümüze ulaşmış bu tecrübeyi de ret etmek demektir.

Malzeme bilimi ve bu paralelde dökümcülük insanlık tarihi kadar eski bir meslek olmuştur. Önemi günümüz dünyasının ticari döngüsünde ortadadır ancak önemini belirleyen tek durum toplumlara kazandırdığı mali avantajı değildir. Dünyada ve özelliklede Anadolu da bu proses bir fayda getirisinden öte manevi boşlukları tatmin etmek içinde kullanılmış, bu prosese ve uygulayanlara saygı gösterilmiştir. Her ne kadar modernite ile getirilen anlayış içerisinde bu -meta hali anlam bulamasa da olması gereken, bu tarihi bilip dökümcülüğe farklı bir bakış açısı ile bakabilmektir.

Matematik, biyoloji ve tıp alanında yapılan eskinin çalışmalarından ayrı olarak dökümcülük mesleğinin temelini oluşturan kimyanın modern kimyadan çok ayrıldığı görülmektedir. Diğer disiplinlerde bağlantılar tespit edilmiş olmasına karşılık, 17.yy’ın devraldığı kimyanın modern kimyadan farkı görülmektedir. Çünkü kimyacılar inceledikleri bütün cisimleri karışmış cisimler olarak kabul ediyorlar ve sınırlı sayıda elementin ya da ilkenin değişen oranlarda birleşerek dünya üzerinde bulunan maddeleri meydana getirdiğini savunuyorlardı.[2] Kimyacıları bu düşünsel yaklaşıma iten sebep; kimya sözcüğünün etimolojisinde gizlidir.  Nitekim kimya adının genelde Eski Mısır’ın yerli Hıristiyan halkı Kıpti dilinde “Kara ülke-kara toprak” anlamına gelen khem/khema’dan geldiği söylenir.  Burada kara nitemiyle olan bağlantı, simyacıların hasta metallerden altın ve gümüşe erişmek için metali çeşitli renk aşamalarından geçirdikleri ve bu anda ilk aşamanın siyahlaştırma işleminin olmasıdır.[1]  17.yy’a kadar kabul edilen anlayışa göre belirli elementlerin karışımı sonucu ortaya çıkan maddelerin birbirlerine dönüşümü teknik ve biraz da mistik olarak mümkün kabul edilmekteydi. Dolayısıyla düşünsel yaklaşım ile bağdaşmış kimya tanımının günümüz dünyasına mistik gelen anlayışı kabul edilsin ya da edilmesin içerisinde simyayı, madenciliği ve metalürjiyi barındırmaktadır.

Destanlara Konu Olan Demir

Metal sözcüğü anlamı aramak olan “metallao” sözcüğünden türemiştir. Bu durum hem metallerin az bulunur olduklarını hem de ilk çağlarda kullanılan metallerin katışıksız ve saf olarak bulunduklarını ifade etmektedir[1] İnsanlığın metalleri keşfetmesi ve bu metaller üzerinde yapmış oldukları uygulamalar ile beraber metalürji de türlü evrimlerden geçmiştir.

  1. evre: Metallerin taşlardan ayırt edilemediği ya da özel bir taş türü olarak görüldüğü doğal maden evresidir.
  2. evre: Bakır, altın, gümüş ve meteorik demirin dövme tavlama kesme gibi işlemlere tabi tutulduğu ve metalürji sanatının olduğu doğal metal evresidir. Nitekim Türkiye Alacahöyük’te 1937 yılında M.T.A. tarafından analizi yapılan ve bir bölümünün demirden yapıldığı tespit edilen bir tarihi eser de %4-5 oranında tespit edilen nikelin meteorlardan elde edildiği düşünülmektedir.[4]
    Tablo 1. Meteor Demirden Yapıldığına İnanılan Bazı Objeler ve Kimyasal Analizleri [1 0]
  3. evre: metalin madenlerden indirgenerek elde edilip işlendiği ve tunç pirinç gibi alaşımların oluşturduğu maden evresidir
  4. evre: Dökme demir, dövme demir ve çeliğin işlendiği demir evresidir.

Demirin günlük eşya yapımında kullanıma başlangıcı M.Ö. 1300’lerde olduğunu ve bölgelere göre değiştiği düşünülüyorsa da M.Ö.6000’lerde Mısırda demirden yapılmış eşya bulunduğu görülmektedir ve Anadolu da ise ilk demir buluntularının M.Ö. 3000’lerde ortaya çıktığı görülmüştür. Odun kömürünün yakıldığı kil fırınlarında körüklerle harlanan ateşin sağladığı sıcaklık, demiri ancak dövülebilecek kadar yumuşatmaktadır. Bu dönemlerde demirin ergitilmesi için gereken sıcaklığa ulaşılamamasından ötürü Tunç ergitilip dökülmektedir. Kaynaklarda ilk demirin ergitildiği dönemin M.Ö 200’de Çin topraklarında gerçekleştiğidir. Dolayısıyla tunç metal prosesinin kolaylığından ötürü demire göre daha önce üretildiğini söyleyebiliriz ancak yapılan araştırmalar göstermektedir ki göktaşlarının keşfi demirin üretim prosesini keşfinden önce de kullanımına başlandığını ortaya çıkarmıştır. Eski mısırlıların duvar resimlerinde demirin mavi renkte olması bu sebepten dolayıdır.[1]

Demircilik tüm kültürlerde kutsanmış ve yüceltilmiş, demir ustaları da tıpkı ruhban sınıfı gibi toplumun ileri gelenlerinden sayılmıştır.[5] Uygarlıkların ateşe ve demire verdikleri önem destanlarına konu olmuştur. Yunan mitolojisinde ise Zeus’un oğlu olan Hephaistos demir işleme tanrısı olarak kabul edilmekteydi. Altaylılar döküm için yakılan ateşe güneşten ve aydan ayrılmışsın demişler ve gökten tanrı tarafından verildiğine inandıkları belirtmişlerdir[4]. Keza yine şaman inancına göre de demircinin tüm aletleri de şamanın aletleri kadar kutsal sayılırdı ve yine bu uygarlıklar demire ant içmekteydiler. İran’a ait şahname destanından alınan kesitler demirciliğe verilen önemi vurgulamaktadır; Sen demirden yapılmış bir kale bile olsan felek seni toprakla bir yapar/ Onunla aramızda sanki demirden yapılmış bir dağ peyda oldu/ Eğer o babasının yolundan ayrıldı ise bu ayrılığın üzerinden fazla bir zaman geçmiş ve demir tekrar parlamasından ümit kesilecek kadar paslanmış değildir. Yine efsaneye göre birkaç kişinin bulduğu demir parçası yumuşatılır ve taşla ezilir ve tüm bunları izlemekte olan şeytan onlara ne yaptıklarını sorar;  adamlarda şeytanı dövmek için çekiç yaptıklarını söylerler, şeytan bunun üzerine bu iş için gerekli olan kumu nereden bulacaklarını sorunca insanoğlu demir işçiliği için kumun gerekliliğini anlar.[6]

Resim 1 M.Ö  Döneme Ait Ocak kalıntıları [9]

Türk mitolojisine girmiş destanlardan olan Ergenekon, Manas, Öloştoy, Gagavuz destanları gibi daha birçoğu demirciliğe verilen önemi vurgulamaktadır. Nitekim Ergenekon destanında Göktürklerin demirden yapılmış tüm eşyalarını eritip kendilerini düşmandan koruyacak bir demir kapı inşa ettikleri ancak bir süre sonra bu bölgeye sığmayan Göktürklerin yine bu kapıyı eritmek için hayvan derisinden yaptıkları körüklerle ateşi harlayıp kapıyı erittikleri anlatılmaktadır. Destan Göktürklerin bu sarp geçitten kurtulma hikayesini özneye dökümcülüğü koyarak anlatmaktadır. Dolayısıyla demir, Türk toplumlarında dinselleştirmeden, tanrıya ulaşmada bir aracı olarak kullandıkları ve kutsallık atfettikleri bir kült olmuştur. Nitekim Türklerin kutsalları: anasır-ı erbaa (dört unsur) dedikleri hava, su, ateş ve topraktan oluşmaktadır. Ziya Gökalp Türklerin dini olarak kabul edilen Tisin için yaptığı sınıflandırmada bu dörtlünün arasına demiri de yerleştirilmiştir.[4]

 

Resim 2. 5. ve 6. yy ait demircilik parçaları [10]

Türklerin destanlarda demire verdikleri önem ve aralarındaki ilişki İran kahramanı Zal oğlu Rüstem’e, Türk destanlarından esinlenerek Türkleri şöyle anlatmıştır: Türkler silahları, başlıkları, elleri, bacakları, yüzleri ve bütün giydikleri demirden olan bir ulustur.

Metalurji tekniklerin sonucu olan döküm parçalarının kullanımından öte prosesin tekniğine verilen kutsaliyet dönemin destanlarına kadar yansımıştır. Çünkü o dönem içerisinde döküm için çıkarılan maden cevherlerinin toprak ananın embriyosunda büyüdüğüne inanıldığı bir tarihe rastlıyoruz. Bu yüzden metalürji doğumla bağdaştırılmaktadır. Madenci ile metal işçisi yer altındaki embriyonlar konusuyla ilgilidir. Maden filizlerinin büyüme ritimlerini hızlandırır, doğanın işleyişine destek olur ve onun daha hızlı doğurmasını sağlarlarlar. Kısaca insanoğlu uyguladığı çeşitli tekniklerle yavaş yavaş zamanın yerine geçer.[3] Dolayısıyla madenlerin toprak altından çıkarılması metallerin saflaştırılması konu itibariyle somut bir misyondan öte mistik bir anlam taşımaktadır.  İnanılan düşünce maden filizlerinin tüm bitki ve hayvansal organizmalarından öte yer altında durdukça olgunlaşıp mükkemmele ulaşacağıdır. Bunun için uygun olan tek şey ise zamandır. Ancak demirci bu madenin çıkarılmasını sağlayan ve toprak altında işleyen bu zaman mekanizmasını, ocaklarında yaptığı işlemle katalize edendir. Madenlerin toprak altındaki bu süreçleri sonucunda metale atfedilen olgunlaşma ritüeli, demircilik ile simyacılığı yan yana getirmektedir. Simyacının amacı da toprak altındaki bu embriyonları açığa çıkartır ve gizli prosesi gereğince hedeflediği olgun/soylu metal olan altına dönüştürmeyi hayal eder.

Döküm Tarihine Teknik Bir Bakış Açısı: ARKEOMETALURJİ

Arkeometalurji son dönemlerde hem Türkiye de hem de dünya da fazlasıyla ilgi çeken bir disiplin olarak kabul ediliyor. Özellikle üniversitelerin yüksek lisans programlarına konu olan bu programın amacı arkeoloji ile metalürji disiplinlerinin arasında bağlantı kurup, bulunan metallerin üretim prosesleri ve bu proseslerin bulunduğu toplum için sosyokültürel anlamda hangi çıkarımlarda bulunulduğu üzerine değinilmektedir. Arkeometalurji Tunç çağından yakın geçmişe kadar metal işleme yapıları, aletler, atık ürünler ve bitmiş metal ürünlerini incelemektedir.

Sahada metal işleme yapılarını ve bir projenin kazı sonrası aşamalarında cüruf pota ve kalıp gibi metal işleme atık ürünlerini tanımlamak için kullanılmaktadır. Arkeometalurjik araştırmalar; madencilik, ergitme, rafine etme ve metal işleme proseslerinin hem doğası hem de ölçeği için kanıt sağlayabilmektedir. [8] Bu çalışmaların önemli kaynaklarından biri zamanın dökümhanelerinin çıkardıkları cüruflarda bıraktıkları izlerdir. Bu izler sayesinde dönemin metalürji tekniklerini anlamamız kolaylaşmaktadır.

Resim 4. Arkeolojik Kazılardan Bulunan Curuf Kalıntıları ve SEM Görüntüleri [13]

Genel kanının aksine metalürjik süreçlerin ve işlemlerin ana atıkları olan cüruflar, içerisinde teknoloji tarihine dair değerli veriler barındıran önemli arkeolojik materyaller niteliğindedir.  Zira cürufların kimyasal içerikleri, faz bileşimleri ve mikroyapılarının incelenmesi arkeoloji ve arkeometalurjinin birçok sorusuna cevap verebilir[7].  Cüruf, içerisindeki yüksek silika, kalsit ve kum içeriklerine bağlı olarak dökülen malzemenin mukavameti, boyutları ve hangi düzeyde bir dökümcülük yapıldığı ile ilgili bilgi verebilmektedir. Bu bilgiler doğrultusunda cürufların morfolojisi, kimyasal analizi, bu testler için önemli bir noktayı oluşturmaktadır. Bu çalışmalar çerçevesinde Anadolu da keşfedilen cüruf depolarından; Tokat yöresinde M.Ö. 1800’lerden kalan dev boyutlu bir cüruf deposu, Merzifon’da bulunan curuf deposu, Ankara Karali’de 70.000 tonluk cüruf deposu Anadolu’da yapılan iyi kalitede dökümlere ait kanıtlar içermektedir. Anadolu da bugüne kadar yapılan çalışmalar ile 200 den fazla cüruf deposu keşfedilmiştir.[4]

Resim 5. Tarih öncesi ocak tabanından alınmış bir kesit. Ocak tabanlarında katılaşan ve bazen ocak tabanının şeklini koruyabilen yoğun koyu renkli cüruf ve yüksek fırına ait arkeolojik kazılar sonucu bulunmuş cüruf örnekleri [9]

 

Arkeometalurjik çalışmalara yön veren önemli adımlardan bir tanesi de metalografidir. Günümüzün bu tekniği, arkeolojik demir/demirdışı metallerin üretildiği döneme ait proses adımlarının öğrenilmesine katkıda bulunabilmektedir.  Anadolu da yapılan 12. ve 13. yüzyıla ait kalıntıların bulunduğu arkeometalurjik çalışmalar sonucunda bulunan bıçakların metalografi analizleri incelenmiştir. Bulunan bir bıçak örneği küçük ebatlarına rağmen usta bir işçilik sonucu çeşitli karbon oranlarına sahip saf demir ve çelik malzemelerinin katmanlar halinde dövülerek üretilmesi sonucu ortaya çıkmıştır.[11] Dağlanmış mikroyapıda görüldüğü üzere kara lekeler cüruf kalıntılarının dövme eksenine dik uzanmış halleridir.

Resim 6. 12. yy dan kalma hokka görüntü ve mikroyapısı. (%65 bakır, %5 titanyum, %20 çinko, %10 kurşun) [15]

Resim 7. Roma Döneminden Kalma Pirinç Madeni Para ve Mikroyapısı [15]

Bazı cüruf kalıntıları özellikle katmanların birleşim bölgelerine denk gelmiştir. Bunun nedeni demirci ustasının katmanları kaynatmadan önce üzerlerine kum dökerek dövme esnasında oluşacak oksitlenmeyi önlemek ve katmanları birbirine daha sıkı tutunmasını sağlanmasını istemesidir. Ayrıca demirci ustanın bıçağın ağzının sert olabilmesi için orta karbonlu çelik kullandığı görülmektedir. Araştırmalar neticesinde ısıl işleme dair yapılan işlemlerinde 4. Yüzyıl Çin, Roma ve Anadolu dünyasında sıklıkla başvurulan tekniklerden olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle kılıç imalatında kullanım koşulları düşünülerek sert ve yumuşak çeliğin birbirine kaynak edilmesi ve her iki özellikten hem savaşlarda hem de yapılan tarımsal faaliyetlerde kolaylık sağlanması amaçlanmıştır.

Resim 8. Arkeolojik Kazılar Sonucu Çıkarılan Bir Bıçağa Ait Görüntüler ve  Sertlik Dağılımı [11]

6.yüzyıl kayıtlarından alınan bir eserde, kılıcın belkemiğini imal etmek için yumuşak demir kullanılırdı. Su vermek için uygulanan yöntem ise ya hayvan idrarı ya da hayvan yağları kullanılarak yapılmaktaydı. Bu şekilde ısıl işlem yapılan kılıç ile otuz tabaka zırh kesilebilirdi.[16] Yine ortaçağ Germenlerinin kılıçlarının savaş meydanlarındaki gücünün arkasında yatan sır, metalürji de gizlidir. Gizli reçeteye göre ocakta işlenmiş demir iri toz haline getirilip tavuklara yedirilir sonrasında dışkılarındaki demir bir mıknatıs yardımıyla ayrılırdı. Bu sistem ile tavukların kendi sindirim sistemleri sayesinde, demirdeki karbon içeriğini azaltıp azot içeriğini arttırması ve böylece çeliğin daha güçlü olması amaçlanmıştır.[3]

İlk Metalografi Çalışmaları

Yapılan çalışmalar göstermektedir ki metalografi çalışmaları tarihte makro yüzeylerin kontrolleri gerekçesiyle yapılmaktaydı. 900’lerde yaşamış İslam kaynaklarında askeri donanımı ve maddeleri hakkındaki eserler incelendiğinde özellikle kılıçların Ferend ve Şam tekniği olarak adlandırılan ve türlü kimyasal işlemlere tabi tutulan bir tür yüzey işleme tekniğini görmekteyiz [14] Bu işlem günümüz zımparalama-parlatma ve dağlama kademelerini içermekte ve makro yüzeyde oluşan tüm yapıların incelenmesine fırsat tanımaktadır. Tüm bu bilgiler Arapça, Farsça ve Türkçe eserlerden istifade edilerek özellikle kılıç çeliğinin makro yapılarını ortaya çıkartmak için kullanılmıştır. Örnek olarak zımparalamadan bahsedilirken; lokk (bir çeşit reçine) ve sonbade ( bir çeşit mineral) den yapılmış hakkalar çark veya döner disk ile işlem yapıldıktan sonra kalan iz ve çizikleri gidermek için iyice toz haline getirilmiş sonbade kurşundan döner disk üzerinde yavaş yavaş döndürülerek işlem yapılır.[14]  Yine miladi 1652 senesinde yazılmış bir Farsça sözlükte “kesu” denilen ve metalografik yapıyı ortaya çıkaran bir maddeden bahsedilmektedir. Bu ad Hintçe kaynaklarda geçen siyah “Zac” ile aynı anlamı taşımaktadır. Zacın ise demir veya bakır sülfattan meydana geldiği görülmektedir. Ayrıca Osmanlı döneminde yaşamış aydınlardan olan Şemseddin Sami ise bu yapıyı ortaya çıkartmak için hamız kibrit (asit sülfirik) denilen bir madde olduğunu yazmaktadır.[14]

Resim 9. Kılıçların Üzerinde Yapılan İlk Metalografik Çalışmaların Örneği Ferenk Tekniği [14]

İzlenebilirliğinin Demircilikte İlk Adımları

Günümüzde döküm parçaların kalite kontrolünü sağlayan barkodlama sistemleri, parçada oluşacak problemlere karşı izlenebilirliği sağlayarak üreticiyi sorumlu tutmaktadır. Bu sistem sayesinde parçanın döküldüğü yer ve zaman bilgileri tüketiciye aktarılmış olmaktadır. Çoğu dökümhanenin bile yeni yeni geçtiği bu sistemin Anadolu da ki demircilik geleneğinin bir parçası olduğu görülmüştür. Loncalarda ahi geleneklerine göre çalışan demirciler, ürünlerinde oluşacak herhangi bir probleme karşı ürünlerine damga vurmuşlardır. Demirci damgalarına bu açıdan bakıldığında demirci esnafının ürettiği araç-gerecin üzerinde damgasını vurması bu ürünün kendisi tarafından üretildiğini, başkalarının ürünlerinden farklı olduğunu ve müşterinin kendisini kolaylıkla bulmasına hizmet eder.[12] Her demircinin kendi imzası niteliğinde olan bir sembolü veya kendi ismini parçaların üzerine vurması ile modern çağın izlenebilirlik ağının ilk adımları atılmış olmaktadır.

Resim 10. Demircilerin vurdukları damgalara örnekler [12]

Döküm Sanatı

Arapça k-y-n demiri dövmek, demirci olmak; şarkı söylemek, bir cenazede ağıt yakmak eylemini belirten İbranice Süryanice ve Etiyopya dillerindeki terimle akrabadır. Zanaat ile sanatın iç içe geçmiş anlamı dökümcünün yaratıcı elinde şekil bulabilmektedir. Nitekim sadece işlevsel ürün üretme gayesi olmadan ürettiği parçalara hicvettiği estetiklik ve tüm prosese verdiği kutsaliyet bu işin sanatını oluşturmaktadır. Tarih boyunca adım adım gelişen demircilik döküm endüstrisinin çok değerli deneyler elde ettiği dökümcülük bilgileri gerek savunma sanayine gerek günlük yaşama katkıda bulunurken sanat ağırlıklı eserlerin oluşumuna da katkı sağlamıştır. Dökümcülük tekniğinin sanatçının yaratıcı adımıyla birleşmekte ve uygarlık tarihinin en eski günlerinden bu güne gelmiş çok sayıda sanat ürün ve eserlerinin döküm teknolojisi ile hayat bulduğu görülmüştür. Nitekim 1790’lı yıllar herşeyin dekoratif döküm tekniği ile nasıl sağlanabileceğini gösteren kitap ve katalogların altın yılı olmuştur.[4] Anadolu da dökümcüler loncası tarafından tunç ve pirinçten üretilen muslukların döküldükten hemen sonra bozulan kalıpları sanat eserlerinin biricikliğine işarettir.

Resim 11. Anadolda Yapılmış İlk Döküm Musluk ve Mühür Örnekleri [17],[18]

Sanatın, zanaatın, türlü mistik ayinlerin, kutlaştırılan ve kutsallaştırılan dökümcülüğün önemi insanlık tarihi ile beraber gelişmektedir. Bu proses modern bilimin oluşmadığı yıllarda mistik eylemler ile uğruna topraktan çıkardığı cevheri işlemek ve dönemine göre onu olgunlaştırmak istemiştir. Şüphesiz tüm bu çalışmalar bu prosesin günümüzdeki halini almasını çok etkilemiştir.

Sonuç

Günümüz küresel meta-zincirinin belirlemiş olduğu dünyada döküm sektörünün hacmi, maddi boyutlarıyla muktedir olmaktadır ancak bu proses sadece bu tedarik ağının belirlemiş olduğu somut hedefler uğruna şekillenmediği açıkça görülmektedir. Modern dünyanın evrensel gerçeklik olgusunun çerçeve ettiği günümüz dünyasının salt bilimsel gerçekleri; olayların perde arkasındaki bu maneviyatı görmemize engel olabilir. Dökümün hem insanlığa hem de ticari anlamda sağladığı faydasının yanında atfedilen kutsaliyet, iki kefeyi de dengede tutarak görmemize vesile olabilir ve bu durum dökümcülüğün tarihimizdeki önemini bir kere daha kanıtlamış olur.

 

Kaynakça

  1. Tez Z, (2012). Madencilik, Metalurji ve Mineralojinin Çileli Tarihi, Doruk Yayınları, İstanbul, 1-87.
  2. Westfall R., (2008), Modern Bilimin Oluşumu, Tubitak Popüler Bilim Kitapları, Ankara, 75-96
  3. Eliade M, (2020), Demirciler ve Simyacılar, Doğu Batı Yayınevi, Ankara, 5-258
  4. Küçükerman Ö, Başgelen N, Tanyeli G, Batur A, (1994), Anadolu Sanayi ve Tasarım Tarihinin Ayak İzlerinde Maden Döküm Sanatı, Türkiye Döküm Fabrikaları Genel Müdürlüğü A.Ş., İstanbul, 9-183
  5. Tez Z, (2021), Kimyanın Gizemli Arka Bahçesi:Simya, Hayy Kitap Yayıncılık, İstanbul, 10-156
  6. Çerikan F, (2014), Türk Kültüründe Demir, Doktora Tezi, Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Denizli
  7. Karatak A, Akyol A, Bingöl I, (2019), Magnesia’dan Ele Geçen Demir Curuflarında Arkeometrik İncelemeler, 41. Uluslararası Kazı Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu, Diyarbakır, 17-21 Haziran 2019, 25-42
  8. Bayley J, Crossley D, Ponting M, (2008), Metals and Metalworking A Research Framework For Archaeometallurgy, HMS Occasional Publication No 6, London, 5-38
  9. Archaeometallurgy Guidelines For Best Practice, (2022), Historic England [online], https://historicengland.org.uk/images-books/publications/archaeometallurgy-guidelines-best-practice/heag003-archaeometallurgy-guidelines/, Erişim tarihi: 14 Ocak 2022
  10. Fathalizadeh A, (2012, Aralık), Eski Çağda Demir Üretim Teori ve Teknolojisi, Metalurji, 164, 53-60
  11. Güder Ü, Yavaş A, Yalçın Ü, (2015), Anadolu Selçuklu Dönemi Demir Aletlerinin Üretim Yöntemleri, International Periodical For The Languages, Literature and History Of Turkish or Turkic Volume 10/9 Summer, 193-212, http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.8641
  12. Gül S, Yılmaz A, (2019), Demire Kazınan Kültür Samsun Yöresi Demirci Damgaları, Milli Folklor, 124, 175-188
  13. Fathalizadeh A, (2009), Eski Çağda Anadolu ve Van Havzasında Demir Üretimi Teorisi ve Teknolojisi, 5. Uluslararası Van Gölü Havzası Sempozyumu, Van, 09-13 Haziran 2009, 113-119
  14. Fathalizadeh A, Ortaçağda Bir Yüzey Bezeme Tekniği, Retrieved from: https://www.academia.edu/32931315/ORTAÇAĞDA_BİR_YÜZEY_BEZEME_TEKNİĞİ_METALLOGRAPHY
  15. Scott D, (1991), Metallography and Microstructure of Ancient and Historic Metals, The Getty Conservation Instıtute The J Paul Getty Museum, Singapore, 1-155
  16. Oğuz B, (2006), Türkiye Haklının Kültür Kökenleri 6, Anadolu Aydınlanma Vakfı Yayınları, İstanbul, 369-405
  17. Yeni Mesaj Gazetesi, İlk Musluk Anadoluda Yapıldı, Erişim: 13 Nisan 2022, https://www.yenimesaj.com.tr/ilk-musluk-anadoluda-yapildi-h1366786.htm
  18. Evrensel Gazetesi, Mührün Tarihi: Eski Mezopotamya ve Anadoluda Mühür, Erişim: 10 Mayıs 2022, https://www.evrensel.net/haber/316879/muhrun-tarihi-eski-mezopotamya-ve-anadoluda-muhur

Yazan: Mustafa Özgül ABAY (Dökümhane Akademi ekibi hakkında ayrıntılı bilgi için bu bağlantıyı takip edebilirsiniz.)

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir