Aşağıdaki resimde size tanıdık gelen bir şeyler var mı? Bir ipucu verelim: Ders anlatan bir hoca ve karşısında oturan öğrencileri görüyoruz. 14. Yüzyıldan kalma bir sınıf görüntüsü, bugün bile bize ne kadar tanıdık geliyor, öyle değil mi? Kendi notlarından ders anlatan bir hoca ve karşısında sıralara dizilmiş öğrenciler. Resim o kadar tanıdık ki, arkada kaynatıp muhabbet edenlerden tutun, köşede sıkılıp uyuyan öğrencisine kadar bugün bile hepimizin aşina olduğu bir görüntü var karşımızda. Bu arada, bu eser İtalyan ressam Laurentius de Voltolina tarafından resmedilmiş ve gerçekten de 14. Yüzyılda Bologna Üniversitesindeki bir ders anlatımını gösteriyor.
Altı yüz yıldan fazla bir süre geçmiş. 14. Yüzyıldan bugüne kadar değişmeden kalmış ne kadar şey sayabiliriz bilmiyorum, ama bu resme bakılırsa eğitimin veriliş tarzında pek bir değişiklik olmamış.
Fakat son yıllarda, internetin yaygınlaşmasıyla birlikte artık eğitim alanında da yavaş yavaş bazı kıpırdanmalar olduğunu görmeye başladık. Özellike 2013 yılından itibaren yurtdışındaki birçok üniversite, kendi bünyelerinde anlatılan dersleri internete yükleyerek halkın erişimine açmaya başladı. Bu gelişme birçok kişi tarafından bir devrim gibi nitelenmiş olsa da, aslında eğitimin hala beklenen atılımı yapamadığını söylememiz lazım. Nedenini anlamak için, ilk olarak anlamamız gereken bir başka eğilim var: taklit.
Değişimin ilk aşaması: Taklit
Fotoğraf ilk icad edildiğinde, birçok kişi artık kimsenin resim çizmeyeceğini düşünmüş. Zaten çekilen ilk fotoğraflara baktığımız zaman, ister doğa resmi olsun, ister bir portre, hep klasik resimlerin taklit edildiğini görüyoruz. Değişim ilk olarak taklit ile başlıyor. Resim ve fotoğrafın bambaşka alanlar olduğu çok daha sonra anlaşılıyor.
Benzer bir eğilimi televizyonun icadında da görüyoruz. Televizyon ilk icad edildiğinde de, birçok kişi artık kimsenin radyo dinlemeyeceğini düşünmüştü. Nasıl olsa görüntülü olan varken, kim sadece sesi duymak ister ki? Zaten bu düşünce nedeniyle, ilk yapılan televizyon programlarına baktığımız zaman, hep kendinden önce gelen radyo programlarını taklit eder nitelikte olduklarını görüyoruz. Haber programı, sohbet, ya da müzik. Tek farkı görüntü olması. Ama bugün geldiğimiz noktada, radyo ve televizyonun bambaşka potansiyellere sahip olduklarını anlamış durumdayız.
Farkındaysanız benzer bir eğilimi, eğitimi internete taşımaya çalışırken de gösteriyoruz. Nasıl fotoğraf ilk olarak resmi taklit ettiyse, nasıl ilk televizyon programları hep radyo programına benzediyse, bugün internette gördüğümüz eğitim videoları da, aslında üniversite eğitimini taklit etmeye çalışıyor. Yine dersi anlatan bir hoca var, fakat karşısında oturan öğrenciler sınıfta değil, evde bilgisayarlarının başında oturuyorlar. Şu anda taklit evresindeyiz. Esas değişim henüz gelmedi.
Bu arada, tıpkı yukarıda bahsettiğim diğer örneklerde olduğu gibi, bu süre zarfında artık hiçkimsenin üniversiteye gitmeyeceğini iddia edenler de oldu. Örneğin Standford Üniversitesinin dünyaca ünlü akademisyenlerinden ve UdaCity eğitim portalının kurucusu olan Sebastien Thrun, 2012 yılında yaptığı bir açıklamada, 2060 yılına kadar dünya üzerinde ders veren sadece 10 üniversite kalacağını iddia etmişti [1]. Bu iddialı açıklamanın üzerinden sadece dört sene geçmiş olmasına rağmen, bugün bambaşka bir gerçek var karşımızda.
Çevrimiçi dersler takip edilmiyor mu?
İnternet üzerinde eğitim veren siteler kısa süre içinde bu kadar yoğun bir ilgi görünce, konu bir de eğitimle ilgili olunca, ister istemez üniversitelerin ve araştırmacıların da dikkatini çekmiş olacak ki, çevrimiçi eğitim üzerine yapılan araştırmaların sonuçları teker teker kulağımıza gelmeye başladı [2, 3]. Sonuçlar ilk bakışta pek de cesaretlendirici değil. Özetlemek gerekirse, bir derse kayıt olup, dersi sonlandırabilen kullanıcıların oranı çok düşük (sadece %4). Derslere kayıt olan kullanıcılar beklendildiği gibi iyi üniversitelerde okuma fırsatı bulamayan öğrenciler değil, aksine, halihazırda bir üniversite derecesine sahip, elit çevrelerden gelen genç insanlar. İster gelişmiş birinci dünya ülkelerinin istatistiklerine bakın, ister gelişmekte olan ülkelerdeki kullanıcı istatistiklerine, sonuç hep aynı: Kullanıcıların %80’i zaten üniversite mezunu.
O zaman, bu eğitim siteleri pek işe yaramıyor diye mi düşünmemiz lazım?
Durum pek göründüğü gibi değil
Bu verilere bakarak bu eğitim siteleri işe yaramıyor demek aslında pek de doğru değil. Çünkü her şeyden önce içeri girip bir göz atmanın serbest olduğu yeni bir yaklaşım var karşımızda. İnsanların içeri girip serbestçe göz atabildikleri bir ortamdan, merakları geçince serbestçe çıkmak istemeleri de aslında oldukça normal. Burada yapılan hata yine aynı: Alışık olduğumuz üniversite eğitimi perspektifinden bakarak bu siteleri değerlendiriyoruz.
Bu eğitim sitelerini nasıl ele almamız doğru olur? İsterseniz durumu bir de üniversite değil de, kitabevi örneğine bakarak anlamaya çalışalım: Hepimiz zaman zaman bir kitabevinden içeri girip raflardaki kitapları karıştırmışızdır. Belki onlarca kitabın bir iki sayfasına göz atıp, bir kitap almadan çıktığımız da olmuştur. O zaman kitapçılar işe yaramıyor, ya da kütüphane modeli çalışmıyor diyebilir miyiz? Elbette hayır. Çünkü serbestçe içeri girip karıştırmak, merak etmek ve gerçekten ikna olunca seçmek bu işin bir parçası.
Eğitim sitelerinde de aslında olan bu: İçeri girip serbestçe bakmak ve karıştırmak serbest olunca, serbestçe çıkmak ve ihtiyacım olunca gelirim diye düşünmek, bu işin doğal bir parçası haline geliyor. O yüzden bu eğitim sitelerini üniversitelere bir alternatif olarak değil, aksine destek olarak, hepimizin istediğimiz zaman girip biraz içeride gezineceğimiz, merak ettiğimiz kısımları okuyup, tüm kitabı bitirme zorunluluğu hissetmeden çıkabileceğimiz dijital kütüphaneler olarak değerlendirmemiz daha doğru olacak.
Herkese açık dijital kütüphaneler
Bu perspektiften baktığımız zaman, internet üzerinde sunulan eğitim malzemelerini okul formatını taklit eder şekilde değil de, insanların serbestçe gezinip, ihtiyaçları olanı alabilecekleri dijital bir kütüphane gibi tasarlamak gerektiğini anlayabiliyoruz. Zaten dünyadaki yeni eğilim de artık bu yönde: Açık kütüphanelerin ve daha kısa zamanda tüketilebilen mikro derslerin öne çıktığı bir döneme giriyoruz.
Bu alanda benim de yaklaşık beş senedir üzerinde çalıştığım iki platform var: Ağırlıklı olarak malzeme konularına eğilen muhendishane.org sitesi ve dökümhane mühendisliği konularında eğitim kaynakları sunan dokumhane.net sitesi. Her iki proje de bu bakış açısıyla, yani insanların serbestçe girip ihtiyaçları olanı alabilecekleri bir formatla tasarlandı ve bir alternatif olmaktan ziyade, destek olmak için hayata geçirildi. Şu anda her iki platformun kullanıcı istatistiklerinde yukarıda bahsettiğim eğilimleri açık bir şekilde görüyoruz: Kimse bir kütüphaneyi ya da ders serisini oturup en baştan sona kadar takip etme zorunluluğu hissetmiyor. Ama ihtiyaç duydukça, öğrenmek istediği konular için tekrar tekrar ziyaret ediyor. Tıpkı birer dijital kütüphane gibi.
Üniversite ve çevrimiçi eğitim nasıl buluşabilir?
Eğitim sitelerinin cazibesine gözlerimizi bir an için kapatıp, üniversite eğitimini büyük ölçekte düşündüğümüzde, bu sitelerin üniversiteleri tehdit edebilecek konuma gelmeleri için çok ciddi eksikleri olduğunu görebiliriz. Çünkü üniversite eğitimi demek, sadece ders takip etmek demek değildir. Üniversite size bir meslek kültürü verir. Sosyal olarak da gelişmenizi sağlar. Meslektaş çevresi edinmenizi, mesleki beceri kazanmanızı sağlar. Ameliyat yapmayı internetten öğrendiğini söyleyen bir doktora kendinizi emanet eder miydiniz? Her şeyi, en azından teknolojinin bugünkü durumuyla, internet üzerinden aktarmamız mümkün değil.
Fakat, üniversitelerin yetersiz kaldığı ve bu sitelerin faydalı olabileceği bazı alanlar da var. Örneğin bu sene üniversiteden mezun olan öğrenciler, 2060’lı yıllarda emekli olacaklar (eğer o yıllarda emeklilik diye bir şey kalırsa tabii). Ama bu ne anlama geliyor bir düşünün: Beş sene sonra çıkacak teknolojilerden bile haberimiz yokken, 2060 yılında çalışacak bir mühendisi bugünden nasıl eğitirsiniz? Belki bundan bir yüz sene önce aldığınız eğitim sizi bütün meslek hayatınız boyunca idare ediyor olabilirdi. Ama teknolojinin baş döndürücü bir hızda ilerlediği günümüzde, üniversitelerin artık bu konuda yetersiz kalması kaçınılmaz. Eğitim sitelerinin gerçek potansiyellerine ulaşmaları için, işte bu açığı kapatacak şekilde organize olmaları gerekiyor. Yani, üniversitede temel formasyonlarını almış insanların, meslek hayatları boyunca gerekli gördükleri alanlarda kendilerini geliştirebilecekleri, hayatları boyunca öğrenmeye devam edebilecekleri platformlar olarak.
Üniversiteler eğer bu potansiyeli doğru bir şekilde değerlendirebilirlerse, klasik sınıf formatının sona erdiği ve öğrencilerin tahta karşısında değil, yaparak öğrendikleri bir modele de geçiş yapabiliriz. Ders verme kısmının internete aktarıldığı ve üniversitelerin sadece uygulama ve araştırma alanlarına dönüştüğü bir gelecek düşüncesi, herhalde bu uzun sürecin bizi götüreceği nihai nokta olacak.
Yazan: Dr. Arda Çetin. (Dökümhane Akademi ekibi hakkında ayrıntılı bilgi için bu bağlantıyı takip edebilirsiniz.)
Not: Bu yazı, daha önce TÜDÖKSAD tarafından sunulan Türk Döküm dergisinin 39. sayısında yayımlanmıştır.
Kaynaklar
- Stanford Üniversitesi İnternet Sayfası: (https://edf.stanford.edu/readings/praise-criticism-questions-after-udacity-pivot)
- The MOOC Phenomenon: Who takes massive open online courses and why? G. Christensen, A. Steinmetz, B. Alcorn, A. Bennett, D. Woods, E.J. Emanuel. (https://dx.doi.org/10.2139/ssm2350964)
- Learning about social learning in MOOCs: From statistical analysis to generative model. C.G. Brinton, M. Chiang, S. Jain, H. Lam, Z. Liu, F.M.F. Wong. (https://arxiv.org/pdf/1312.2159v1.pdf)
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!